Pazar, Mart 31, 2013

ÇOK AYIP

KARADAĞ’a rüzgâr türbinleri kurularak elektrik enerjisi üretmek üzere lisans temin edilmesi, inşaat ve montaj çalışmalarına başlanmak üzere olması Çeşme’liler tarafından büyük ve artan bir tepkiyle karşılanmaktadır, bu kararı protesto amacıyla imza kampanyası başlatılmış olmakla birlikte, geçtiğimiz Cumartesi günü Çelebi Kafe’de yapılan toplantıya, CHP liler, AKP liler, İP liler de katılmış, adeta “mevzuu Çeşme ise gerisi teferruat” görüntüsü vermişlerdir. İnanıyorum ki önümüzdeki yıllarda Çeşmeliler; Çeşme’nin sağlıklı bir geleceği olması için gösterilen bu çabaları, bu duruşu hep şükranla anımsayacaklardır.
Çeşmenin siyasi parti temsilcileri olmaları hasebiyle katılmalarının çok önemli olduğunu düşündüğüm CHP İl Genel Meclisi üyesi Hakkı Berksu, AKP Belediye Meclis üyesi Hüseyin Boyacı, Eski Belediye Başkanlarından Nuri Ertan, CHP Çeşme İlçe eski başkanlarından Çoşkun Vural yanında çok sayıda Çeşmesever ve duyarlı insanlar katılıp tepkilerini ortaya koymuşlardır. Teşekkürlerimiz Hakkı Berksü’ye, CHP den İl Genel Meclisi üyesi arkadaşımız toplantının şekline itiraz etmek kaydıyla, içeriğinin Çeşme’ye kıyılması tespitiyle olanca ciddiyeti ve siyasi desteğiyle zarfa değil mazrufa bakma hasebiyle katılmış olup kendisine sonsuz teşekkürler sunuyoruz Çeşme adına, ilk günlerde konu tartışıldığı dönemde mezkûr firmanın sahiplerinin evinde pasta keserek buluşan, bizim karşı çıkışımızı da küçümseyen yer yer dalgaya alan eski belediye başkanlarından (MDP-ANAP-MHP) Nuri Ertan’da ayrı bir teşekkür hak etmektedir, Hüseyin Boyacı’ya da ayrı bir yer ayıracaktır Çeşmeliler, ancak aynı tavrı TOKİ konusunda gösteremeyeceğinin anlaşılması ise kendisine destek verenler tarafından hayret ve üzüntü nihayetinde de eleştiri ile karşılanacaktır. Çoşkun Vural en önemli katkıyı taa başından beri verdiği için ise hep ayrı bir şekilde anılacaktır.
CHP üyesi İnşaat Mühendisi Hakan Kerman için ayrı bir paragraf açmak gerekir diye düşünmekteyim, çünkü Çeşme için Ulaştırma Bakanlığı tarafından Fenerburnu’nda (telgrafhane) açık deniz balıkçıları için yapılacağı açıklanan barınağa, dolayısıyla Çeşme liman katline ferman kabilinden olan projeye karşı ödünsüz tavrı, ilgili Bakanlık İzmir birimlerinde dilekçe ile başvurmalar da dâhil olmak üzere her türlü girişimi yapmış belki de partisinin İlçe örgütü ile ters düşme noktasına gelmiştir.
Toplantının sunuş konuşmasını yapan, AKP Belediye Meclis üyesi Hüseyin Boyacı, son derece sade üslup ve konuşması ile genelde herkesin beğenisi kazanmış olup, kendisine AKP Hükümetinin olumsuz karar ve davranışları nedeniyle ciddi tepkiler olmasına rağmen serinkanlı davranışını da sürdürmüştür, hele bir ara birisinin gelip provakif bir şekilde “enerji bakanının bir dilekçe ile istifasını isteyeceğim, sizde imza atarmısınız” gibi bir soru sorup hemen uzaklaşmasını, herhangi bir polemik olmaması için son derece ağırbaşlılıkla karşılayan Hüseyin Boyacı’nın tavrı takdire değerdi doğrusu.
Ortalıktaki dolaşmalarından ve sallanmalarından hareketle derviş sanılacağını düşünen ama mezkûr konularla pek ilgisi olmayan, toplantıya katılmadığı halde; içeriği ve konuşmaları bilmediği halde ahkâm kesen bir tanıdığımıza “sen ne düşünüyorsun bu rüzgâr türbinleri için” diye sorulduğunda, bende karşıyım ama toplantıyı karşı olduğum AKP üyesi biri düzenledi diye katılmadım, çünkü onun kafasında belediye başkanlığına aday olmak var o yüzden bu işleri yapıyor diye cevap veriyor, bu iddiasından da “yahu adam partisiyle ters düşerek bu işi nasıl başarabilir” sorusuna rağmen devam ettiriyor ve asıl bombayı da sona saklamış olmanın hazzıyla “sizi de dümen suyuna alarak peşinden sürüklüyor” gibi işkembe-i kübradan sallıyor. Yahu adam yanlış yerde ama bu konuda doğru tavır geliştiriyor diyoruz ama ne gam tasa… Bir insanın fikrini, analizlerini, eylemlerini, karşıtlıklarını beğenmeyebilirsin, kıyasıya eleştirebilirsin hatta tam tersi şeyler düşünüyor olabilirsin ama asla şunun bunun dümen suyuna girdin diyemezsin, adama sen kimsin derler, hatta hayatında 2 kitap okumadan, moda olduğu dönemde kendini devrimci saydın, şimdi geldin “aslına rucu ettin” aslanlar gibi ulusalcı/milliyetçi oldun, Allah yolunu açık etsin derler… Yahu karşındaki, dünyanın bir dolu ülkesini gezmiş önemli bir miktarında uzun süreli kalmış, çalışmış, biraz yabancı dil biliyor, senin hayatında okuduğun kelime sayısı kadar kitap okumuş, yaklaşık 35 yıllık inşaat mühendisi bir adama bu lafı söyleme cüretini nerden alıyorsun itirazlarını kaale almayarak, kerameti kendinden siyasi havanı da sahibinden menkul çalımlara devam edebilirsin, hamamda türkü çığıranlara da tıbbi tedavi uygulanmıyor nasıl olsa… Bu tür eylemlere katılabilmek için kendi iradesinin yetmediği, icazeti matah sanan, soba başından kalkmadan mırıldamayı tercih eden, sıkışınca da def-i bela kabilinden de şunu yaptık, bunu yaptık gibi janjanlı ahkâmlar kesen fikri zaruret, hatta fikri munkabız böyle çocukça yaklaşımlar gösteren kişilerin, memleket meselelerine önerdiği çözümlerde çocukça olur ama ne gam, ne tasa…
Çeşme’nin korunması için hayati önem taşıyan Fenerburnu Balıkçı Barınağı ve Karadağ Rüzgâr Türbinleri gibi 2 konuda; AKP Belediye Başkan adayıyla benzer tavır geliştirmek, onunla birlikte aynı platformda bulunmak AKP ye destek verileceği anlamına gelmeyeceği gibi, AKP ye toptan eleştiri yapıyor olunması da bizi CHP li de yapmaz. Güzel Çeşme’nin limanının yeterince doldurulmuş olmasını kabullenmemek adına ve doğal güzelliklerinin katledilmesine dur denilmesi adına yapılan her çalışmada aynı düşüncede olduğumu hissettiğim her insanla birlikte olmaya da devam edeceğim, TOKİ gibi bazı özel yasalarla tahkim edilmiş kuruluşlar eliyle ya da kamu kurumlarından üretilmiş kararlarla kendi cüzdanlarından başka hiçbir şey düşünmeyen kuruluşlar ya da şirketler eliyle, genelde Canım Yurdumun özelde de Çeşme’nin talan edilmesine dur demenin kaçınılmaz bir vatandaşlık görevi olduğu bilinci ile bundan önce olduğu gibi bundan sonrada kafa yormaya ve çaba sarfetmeye devam edeceğim, bundan kimsenin kuşkusu olmasın, tek başıma olsam da…
İnsanlar tabii ki zaman zaman birbirlerinin dümen suyuna girmiş gibi görünürler, ancak bu birkaç nedenle olabilir, ya dümen suyuna girdiğiniz iddia edilen insanın sizin gibi düşündüğünü görürsünüz ya da fikirlerine katılırsınız ya da o sizi yaratılan cüzdani cazibe ile etkisi altına alır ya da siyasi ikbal beklentileri itibariyle bazı odakların etkisinde kalırsınız, kendi adıma şu kadarını söyleyeyim, toplantıda da beyan ettiğim üzere konuyla ilgili herhangi bir hukuki ve teknik bilgi eksikliği ve gereksinimimiz yoktur, kendi adıma günlük politika içerisinde hangi makam ve mevki olursa olsun bulunmayacağım, zaten böyle bir beklenti içinde olmadığımı bilenler bilir, çok şükür ki bugüne kadar kimsenin kapısında el pençe divan durmadım bundan sonra da durmayacağım, bu anlamda hiçbir siyasi ve ikbal ikbal beklentim bulunmamaktadır. İnsanların tabii ki böyle düşünmelerine engel olamam ama şurası muhakkak ki insanları işkembe-i kübradan bu kabil ithamlara hedef tutarsanız, karşınızdakilere de benzer düşünme hakkı tanırsınız bu durumda, yani kolaylıkla biride çıkar size başka ya da benzer şeyler söyler… Bu genç iken arkadaşlarına uyar, evlenince de eşine uyar gibi Osmanlı hatun teşhisleri ile bilimsel olmaya kalkmayın, öyle adamın 2 hareketi ile tüm hayatına yönelik niyet okuyuculuğu da yaparak komik olmayın… Bizler bu nobran, tepeden bakan, seçkinci, sadece ben bilirim edalı bakışlara yabancı değiliz, o kadar yabancı değiliz ki onların aslında bildiklerinin yanıldıklarına yetmediğini de biliriz ama bunu nezaketimize ve uzun yıllara dayalı hukukumuza binaen suratlarına vurmayız, aman bari buncacık da düşüneverin gari… Hani konumuzdaki durumunuz; Neyzen Tevfik’in meşhur fasulye ve sırık hikâyesine çok uygun düşer, eğer ihtiyaç olursa birgün size anlatıveririz bunu…
Diğer taraftan da birileri de yasal olarak bir şey yapmak mümkün değil, yok bu konu ilgili makamlarda önümüze gelince zaten reddettik ama yine de yapıyorlar diyor ya bu yaklaşıma kargalar bile güler, eğer iş böyle anlaşılırsa zaten orada 2014 te rüzgâr türbinleri “yeşerecektir” o nedenle iş işten geçmeden herkes karşı çıkmalı, hatta ilaveten Belediye öncülüğünde büyük bir imza kampanyası başlatılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, hayatı tanımlamada tarih boyunca sürekli nitelikli azınlıklar niteliksiz çoğunluklardan daha etkilidirler, bu görülmüştür, bu nedenle bu günkü katılımcıların sayısal düşüklüğüne rağmen davanın haklılığı, eğer gösterirlerse katılımcıların kararlılığı, bu davanın sonucunu tayin edecektir.
Bu yazı pek sevmediğim hatta tercih etmediğim bir üslup ve içerikte yazılmıştır, okurlarımız arasında bu üslubumu yadırgayacaklardan peşinen özür dilerim, bu ise sadece ve sadece hiçbir şey yapmadan ortada çok şey yapıyormuş gibi davranıp, kasım kasım kasılan ama aslında muktedirlerin değirmenine su taşıyanlara, o da anlarlarsa, lütfen bilmediğiniz konularda konuşmayın, konuşmayın ki sizi derviş bellemeye devam etsinler, konuşmayın ki sırlarınız dökülmesin kabilinden bir uyarıdır…
Kaypaklıkla tarafsız kalmak aslında gemisini yürütene destek olmak demektir… Niyeti olmayanların bol olduğu memlekette yaşamak zordur tabii ki… Zaten niyetsizlerin yönetiminde de geldiğimiz noktanın parlaklığı herkesin malumudur…
Karadağ’ımıza göz koyanların inadına; 6 Mayıs Hıdrellez kutlamalarının Karadağ’ın tepesinde kutlanmasını önerisini canı yürekten destekliyor, Çeşme Belediye Başkanından da mezkûr tarihte tepeye ulaşılabilmesinin altyapısının yapılmasının talimatını vermesini bekliyoruz. Yeni ihdas edilecek yolun bir bölümüne; “Çolak Ali”, diğer bölümüne de “Becuri yolu” adı verilmesi önerisine de kocaman bir alkış tutuyoruz, büyüklerin yâd edilmesi adına…

Pazartesi, Mart 25, 2013

ÇEŞMEYE KIYMAYIN EFENDİLER

KARADAĞ’a rüzgâr türbinleri kurularak elektrik enerjisi üretmek üzere 2057 yılına kadar geçerli lisans teminini gerçekleştiren firmalardan OKMAN ENERJİ, geçtiğimiz günlerde Çeşmelilerin artan tepkisini yatıştırmak deyim yerinde ise biriken gazı almak amacı ile ÇESO da bir sunum yapıyor, her nedense (!!!) duyurusu yeterince de yapılamayınca az da olsa karşı çıkanların, tesisin kurulmasına tepki gösterenlerin varlığına rağmen, klasik iş adamı yaklaşımı içinde hani bunlar her şeyi iyi bildikleri için iş adamı olmuşlardır edasına sahiptirler ya tam da o hava ile ciddi siyasi desteklerine de güvenerek biz Çeşmelileri de Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan dünyayı bilmeyen, tanımayan topluluklar yerine koyarak (belki de hak ediyoruz), adeta zekamızla dalga geçerek, aslında da bizlere tam bir aptal muamelesi yaparak, Karadağ’ın  “Yeşil Karadağ” olacağını buna itiraz edilmemesi gerektiği, istihdam yaratarak ta yerli insanların çalıştırılacağı ifadesiyle her zaman yaptıkları ve iyi bildikleri satın alma ya da piyasa deyimi ile mamalama işine girişmekten çekinmemişlerdir. Gerçi biz bu yeşil santralleri taaa Özal döneminde tesisi gerçekleşen Gökova Termik Santralinden (Kemerköy) beri iyi biliyoruz ya, onu yedik, bunu da yeriz, bizim hafıza kısa ama çocuğun hafızası maşallah!!!
Sizin başarınızın sırrı zekânızın ayaktakımlarından fazla olmasından kaynaklanmıyor, her ne kadar ayaktakımları uzun yıllardır öncüllerinizle başlayan propaganda yüzünden öyle olduğuna inansa bile, biz ayaktakımlarının asla ve kata tercih etmediği ama siz işadamlarının kolay tercih ettiği siyasi muktedirler ile ikbal tevhidi işine yatkın olmanızdan kaynaklanmaktadır ve biliyorum ki siz bu işlemi yapıyor ve başarıyor olmanızın yegâne şartının Allah’ın seçilmiş kulları olduğunuza bağlıyorsunuz ve inanıyorsunuz ama bilin ki az da olsak biz ayaktakımları öyle olmadığınızı çok iyi biliyoruz.
Evet; Siz Sevgili Çeşmeliler ve Canım Yurdumun tüm doğaseverleri; detaylarını http://sosyalyasamdaalternatif.blogspot.com/ adresindeki bloğumda daha önce yazdığım üzere; “Karadağ özelinde yamaçları tamamen teraslanarak ve yeterli toprak taşınarak elde edilen KARADAĞ’da Çeşme’nin uzun yıllardır dillere destan olan ve müthiş üzümü yetiştirilmiş, Çeşme şarapçılığı bu sayede bugün bile taaaa Fransa’ya kadar ün ve nam salmıştır. Terasların ne kadar muhteşem olduğunu, havadan fotoğraf çeken ama beni affetsin ne yazık ki ismini anımsayamadığım fotoğraf sanatçısının hazırladığı katalogdan bir kez daha görmüş idim geçenlerde, bu terasların bu haliyle bile bir kültürel ve turistik figür olduğunu asla unutmayalım, onları kaybettikten sonra hayıflanmanın bir faydası olmayacaktır.”, işte Karadağ böyle bir yer ve siz buna kıymaya hazırsınız… Uzun yıllardan beri Canım Yurdumun muktedirlerin biz ayaktakımlarına; çikolata içinde baldıran zehri yedirme misali, neoliberal politikaları her şeyin ilacı diye yutturmaya çalışıp, eğitim, sağlık, kitle ulaşımı, enerji, su temini, toplu konut başta olmak üzere tartışmasız kamu tekeli olması gereken sektörleri, kâh özelleştirmelerle kâh diğer yasal düzenlemelerle yeni yapımları, iştahları bir türlü ıslah olunamayan, terbiye edilemeyen her şeye paragözüyle bakan sermaye kesiminin insafına terk edilmesini seçim numaraları ile onaylatmışlardır. Tek kriterleri sömürü çarklarının dönmesi olan bu gözü doymazların, her geçen gün artan katmerleşen bu uygulamalarının toplumun nefes almalarını daraltmış olmaları, doğanın artık yeni nesillere sağlıklı şekilde devredilemeyecek olmaları konusunda hiç dert ve tasa taşımadan kahredici davranışlarına devam etmektedirler.  
Karadağ özelinde, benimde kısmen katıldığım karar ile doğal SİT alanı ilan eden, Çeşme’lilere bugüne kadar gavur eziyeti çektiren, hatta öyle ki tamamen kültür bitkisi olan tütün ve yulaf tarlalarını bile doğal SİT alanı ilan ederek insanların sabrını sınayan ve görünen o ki bu tercihlerini başka bir rant alanına dönüştüren “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarının” kadroları ve onların yerel uzantılarının doğal SİT alanı ilan edilen Karadağ’ın rüzgar enerjisi üretilecek olmasına kurban edilişi karşısında kıllarının kıpırdamıyor olması açıkçası beni şaşırtmadığı bir kenara yukarıdaki ikbal tevhidi olma ihtimalli rant alanı oluşturma iddiasına da çok ciddi bir altyapı oluşturmaktadır. Yahu kardeşim, ayaktakımlarından birileri gelseler mülkiyeti kendilerine ait sadece kültür bitkisi tarımı yapılmaya uygun tarlalarına bir “dam” yapacağız deseler, doğal SİT alanı kapsamından ötürü sizden izin çıkarmaları bir kenara size dertlerini bile anlatmakta binbir türlü meşakkat yaşarlar ama yine de başarılı olamazlar, peki bu tür yatırımları memleket hayrına gerçekleştiriyoruz numarasıyla cüzdanlarını şişirme derdine düşmüş bu oluşumlara neden ses çıkarmazsınız, sakın kamu yatırımı niteliğinde olduklarından kapsam dışı ya da zaten bize görüş sormuyorlar diye savunma yapmaya kalkışmayın, yemezler, başka konularda re’sen hareket eden kurullarınız burada tutum tatiline mi çıkıyor, acaba?
Biz gelelim tekrar; bize “angut” muamelesini uygun gören bu şirketin patronunun “proje özeti” başlıklı bildiride yazdıklarına, “Çeşme Yarımadasının elektrik ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olacaktır. Türkiye’nin mevcut enerji üretim tahminleri ve emisyon oranları ile karşılaştırıldığında projenin yılda 40.000 ton karbondioksit azaltımı sağlayacağı hesaplanmaktadır” iddiaya bakarmısınız, sanki elektrik satış şartlarından bihaber olduğumuzu, nasıl pazarlanacağını bizim bilmediğimiz biliyor ya beyimiz, diğer taraftan karbondioksit salınımı gibi çevrecilerinde duyarlı olduğu noktaya parmak basarak, kaleyi içten fethetmeye çalışıyor, tabii ki gücünün cüzdanından geldiği bu zatın kastı, sanki konuya duyarlı Çeşmelilerin RES lere karşı olduğu gibi bir izlenim yaratmak, yahu kardeşim senin dediklerinin hepsini biz senden daha iyi biliyoruz,  konunun Türkçe mealine gereksinim yok, biz RES e değil, yerine karşıyız, anlaşıldı mı? Mezkûr şirketin bu amansız talan planı konusundaki toplumun algılamasının, siyasi, sosyal, ahlaki ve teknik olarak kabul edilebilir noktaya ve masumiyete çekilmesi konusunda görev üstlendiği anlaşılan AECOM Firmasından bir Çevre Mühendisi; ."Projeye en yakın yerleşim yeri 580 metre uzaklıkta bulunan Çiftlik mahallesidir. Proje sahası Orman arazisi içinde bulunmaktadır, bu nedenle şahıs arazisinin kullanımına gerek kalmamaktadır. Proje sahasının türbin yerleri ve yollar için kullanılacak küçük bir bölümü dışında kalan tüm alan proje öncesinde olduğu gibi kalıp bölge koruma altına alınacaktır. Karadağ RES projesi İlçenin ihtiyacı olan elektrik enerjisinin üretilmesini sağlayacak ve aynı zamanda İlçede daha güçlü ve kaliteli turizm ve yatırım imkanları sağlayacaktır. Böylelikle, İlçe halkının temiz enerjiye erişimi güvence altına alınmış olacaktır” diyerek erketelik noktasındaki desteğin ordinaryüslük örneğini janjanlı bir şekilde sunmaktadır. Eeee tabii ki, biz farkında değiliz, İlçemizin elektrik enerjisi gereksinimi sağlanacak, bölge koruma altına alınacak, sevgili Mühendis kardeşim, biz senin kafandaki koruma planının ne olduğunu iyi biliyoruz ayrıca sizin bu üretilecek enerjiyi nereye satacağınızı da iyi biliyoruz ya, neyse daha fazla bu konuyu uzatmayalım…
“Başka Çeşme yok” demekten başka çaresi kalmayan Çeşmeliler, bizi sürekli; para kazanma-istihdam yaratma ikilemi içinde düşünmeye zorlayan ve Canım Yurdum İnsanının en hassas noktasından yakalama çabaları içinde olan bu davranışları yemediğimizi her ahvalde bu ölçüsüz yaklaşım gösterenlere mutlaka göstermeliyiz, bu “kırk katır mı, kırk satır mı” cenderesine sokulma çalışmalarına behemehâl “hayır” demeliyiz. Çikolata içerisine baldıran zehri yerleştirme çalışmalarına göz yuman, yardım ve yataklık edenlere şiddetle karşı çıkmalıyız, aksi taktirde kayıp edilecek değerlerin bir daha yerine konulması mümkün olmayacaktır.
Yürütülen “Karadağ’da RES e hayır” imza kampanyasına katıl, irade beyanını ortaya koy, siyasi muktedirlerin yumuşak karnı kitle kuyrukçuluğuna yönelik karar değiştirme talebini ilet, ilet ki torunlarımız bizi iyi duygularla anımsasınlar, ilet ki tıpkı “Fenerburnu Balıkçı barınağı”ndaki iptal edilme ya da askıya alma başarısını yakala, ilet ki, tıpkı yıllar öncesinde Çeşme limanının doldurulmasına ses çıkarmayıp şimdilerde de hayıflanır duruma düşme.

Perşembe, Mart 07, 2013

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

YÜZYILIN KADINLARI 78 KUŞAĞI DEVRİMCİLERİNİN ANALARIDIR
 
Eylül karanlığı tüm ucube haliyle çöktüğü dönemdir artık, canım Yurdumun bağrına ve sokaklarına, yürütülen sürek avı niteliğindeki saldırıların yarattığı korkunun her tonu sinmiş, kahpelik, puştluk kol gezmektedir. 12 Eylül faşizminin işkencehanelerinin ve mapushanelerinin yollarını adeta eskitircesine ayakları altında çiğnemiş, içeride yaşanan kelimelerin tarifte yetersiz kaldığı insanlık dramının, kah “çocuğunuz 5. kattan atlayarak intihar etti” diye, kah uyduruk cunta mahkemelerinde verilen idam kararlarının infazı neticesinde cenazelerin verilmesi, kah “çocuğunuz firar etti” denilip ölümün gizlenmesi ile nihayetlenmesi, mezkûr mahallerin kapılarının önünü artık, anaların gözyaşlarını yüreklerinin derinliklerine bir hançer gibi sapladıkları bir mahal haline getirmiştir, ahhh keşke o duvarların dili olsa da bu sessiz ama gururlu, yenilmiş ama aman dilememiş insanların içerden ve dışarıdan yaşadıklarına tanıklık etse…
Bir taraftan devrimciler işkenceler altında teslim alınmaya, yok edilmeye çalışılırken, diğer taraftan da analara babalara da çocuklarına sahip çıkmamaları hatta onları tıpkı bu ahlaksız muktedirlerin yaptığı gibi suçlamalarını açıktan istediler, beklediler, daha da ileri giderek devrimcilerin anaları babaları çocuklarını fiili ve hukuksal düzlemde savunuyor diye de şikâyetçi oldular, onların yok edilmesine alkış tutmalarını istediler, diğer taraftan da geniş halk kitlelerine de çocuklarını ihbar etmeye, teslim etmeye hatta bu ABD memuru gibi çalışanların insafına terk etmeye zorladılar.  Oysa bu halk düşmanlarının unuttuğu bir şey vardı, vefakar ve cefakar olan Anadolu insanı ki onların her biri birer anadır, bıçak kemiğe dayanınca, hele de devrimci kültürü özümsemiş ise, analarını, babalarını, kızlarını, oğullarını, eşlerini, sevgililerini böylesi bir durumda asla terk etmezler ve yavrusunu kapmaya çalışan aslana karşı direnen ve saldıran geyik gibi davranırlar ve hüzünlü de olsa destan yazarlar. 78 kuşağı devrimcilerinin aileleri ile ve de özellikle anaları ile ilişkileri asla ve kata kolay izah edilebilir bir ilişki değildir, bu ilişki zaman içerisinde gerek duygusal gerekse de planlı bir şekilde mücadelenin gerektirdiği bir direniş nüvesi haline evrilmiş ve ana oğuldan ziyade bir yoldaşlık destanıdır artık bu, anaların çocuklarına sevgisi ve güveni hiçte hesaplanmayan bir biçimde artmıştır.
12 Eylül 1980 öncesinde Faşist Diktatörlüğün yolunu açabilmek; kamuoyu nezdinde bu Faşist diktatörlüğün durumunu meşru hale getirebilmek için, süreçte 1978 Kahramanmaraş katliamı, 1980 Çorum katliamı başta olmak üzere, yüzlerce aydın, demokrat, devrimci katledilmiştir, meşruiyet yaratma yolunda insanların kanını oluk oluk dökmekten geri durulmamış, yaratılan iç savaş koşullarının yanında ekonomik açıdan yaşam koşullarının ağırlığı altında ezilen kitleler yanlarında gördükleri devrimcilerin örgütledikleri mücadeleye coşkulu katkılar sunmuş, devletin ezici gücünü kullananlar karşısında zaman zaman karamsarlığa ya da çaresizliğe kapılmalarına rağmen, kazanılması imkânsız gibi görünen bu mücadeleye hiç ara vermeksizin devam etmişlerdir.
Yaşanan büyük acıların, büyük kayıpların neticesinde, kararlı ve ısrarlı arayış ve taleplerini sürdüren analar, benzerlerini yaşamış Arjantinli analar gibi,  90 lardan sonra bir araya gelerek, içinde bulundukları durumu haykırmışlar, alev alev yanan yüreklerini soğutmaya çalışmışlar, üstelik sadece akıbet ve bu kötü akıbetin yaratıcılarının açıklanması ve yargılanması için uğraşmışlar. Ancak, anlaşılmıştır ki, artık çocuklarını ve eşlerini yok eden muktedirler bu arama talebine bile tahammül edemez olmuşlar, tahammülsüzlüğün cezalandırmaya döndüğü anda da dayak, jop ve tazyikli su kullanmaktan kaçınmamışlardır. Yani diyorlar ki, biz her şeyi yaparız, asarız keseriz siz ise bu akıbeti bile sorgulayamazsınız.
Yahu hem çocuklarını, ya kimseler görmeden farklı kimliklerle kimsesizler mezarlıklarına gömmüşsünüz, ya kimsenin bulamayacağı yerlere eşlerini atmışsınız, sonuçta kaybetmişsiniz, bu kayıplarına karşın sadece cumartesi günleri yakınlarının akıbeti öğrenmek adına bir araya gelip, bu zulmü işleyenlerin bulunması yargılanması için gösteri yapmalarına bile tahammül edemiyorsunuz, bu nasıl bir devrandır. Gerçi muktedirlerin baskıları ve acımasız saldırıları bu gösterilerin ilk gününden itibaren konunun nasıl gelişeceğini göstermiş idi ama artan destek gösterileri de geri adım atılmasına neden olmuştur. Zaten tarihi boyunca hep güçlüden yana olmuş medya, her konuda olduğu üzere bu konuda da üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, gösterileri ve haklı talepleri, gündemde tutmaya çalışan küçük bir grup basın mensubunu ayırırsak, hep görmezden gelmiştir.
Anaların bağırlarını; Oğullarının, Kızlarının ya da Kocalarının işkencede öldürülmelerinin, fiziksel ya da ruhsal sakat kalmalarının ateşi yakmıştır ve o ateş halen yakmaktadır ve bu hala yanan ateş yüreklere düşmesine neden olanları da yakacak gibi durmaktadır birgün… Dün memleketimi çok seviyorum yaygarasıyla ve yanıltmasıyla, şahsi menfaatlerini ABD emperyalizminin siyasi ve ekonomik emellerine tevhit edenlerin bugün yavaş yavaş ta olsa foyaları ortaya çıkmakta, aslında memleketten çok kendi cüzdan ve siyasi ikballerine haddinden fazla düşkün oldukları görünmekte, hatta bunların gerçekleşmesi için her türlü alçak ve namussuzca eylemler gerçekleştirip beklentilerinin gerçekleşmesine hız kazandırmışlar, kimilerinin Almanya, İngiltere ve İsviçre bankalarında bol sıfırlı döviz cinsinden hesaplarının olduğu ortaya çıkmakta, kimileri başta uçak alım ihalelerinden dünyanın en zengin generalleri olarak anılmakta, kimilerinin mirası mirasçıları arasında inanılmaz ve birer memleket sevici olarak aile ünlerine yakışmayacak boyutta kavgalara neden olmakta, ama hepsinden önemlisi hepsinin siyasi ikbal beklenti ve planları gerçekleşmiş ve hala dokunulmazlıkları devam etmektedir.   
Yüzyılın anaları; 78 kuşağı devrimcilerinin analarıdır ve onlar oğullarının, kızlarının ve kızları, oğulları ise onların kahramanları olup, 12 Eylül faşizminin zorba generallerinin sürekli bu teröristlere sahip çıkmayın çağrı ve baskılarına rağmen, onlar mezkûr mahallin önünde olanca başıdiklikle çocuklarına sahiplenip, 12 Eylül faşizmin mağrurlarının korkulu rüyalarıdır, artık ve daima…
 
Dünya Emekçi kadınlar günü kutlu ve daimi olsun…
 
Ve Nazım Hikmet ile final.
Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz

Cumartesi, Mart 02, 2013

ŞİKE HER YERDE

SAHNE ŞİRKETLERİN ADLI MÜZİK YARIŞMASI ÜZERİNEİstanbul’da bulunduğum geçen hafta içerisinde; “Ballantine’s ile Sahne Şirketlerin” adı altında bu yıl 3. sü düzenlenen ve şirketler içerisinden amatör olarak müzik yapanların, deyim yerinde ise “beyaz yakalıların” oluşturduğu, sadece Türkçe veya yabancı pop ve rock tarzında müzik yapan gruplar için 9 Mart 2013’e kadar devam edecek bir maraton ve heyecanın bir bölümüne Garaj İstanbul’da izleyici olarak katıldım. Bu yıl 3. sü düzenlenen yarışmanın birinci olacak grubu için büyük ödül, pop ve rock müzik için önemli bir merkez olarak öne çıkan İngiltere’nin başkenti Londra ve sponsor Ballantine’s viskisinin anavatanı İskoçya’ya seyahat olacağından, genç müzisyen gruplar için bu yarışma bir hayli çekici ve cazip hale dönmüş ve özellikle ünlü İngiliz rock grubu Muse konserine gidilecek olması da pasta üstüne çilek mahiyetinde kabul görmüştür. Öğrendiğim kadarı ile de, en iyi icra, en iyi yorum ve en iyi ensemble (birlikte çalma uyumu) toplamında verilecek birincilik ödülü dışında aynı dallarda ayrı ayrı ödüller de verilecek olması yarışmayı daha cazip ve heyecanlı hale getirmiş.
Başta, daha önce de aynı yarışmanın 2. sininde de görev alan ve halen TRT de görev yapan yarışma sunucusu Bertan Horasan; jüri üyelerinin gözleri kamaştırır kariyerlerini anlatarak, seyircilerden kocaman alkış istiyordu ama sonuçtan bakınca da bu kariyerlerin ne kadar hormonlu oldukları konusunda kocaman nev bir nezaketsizlik ve saygısızlık çıkmıştır ortaya, bana göre… Ne diyordu tanıtım peşrevinde kerameti de kendinden menkul görünen sunucu bey; “Nev” jüri başkanı; besteci, söz yazarı, yapımcı ve aranjör olarak defalarca Türkiye’nin en beğenilen Erkek Rock Şarkıcısı seçilmiş, “Mehmet Teoman” jüri üyesi, 35 yıl boyunca söz yazarı, menejer, yapımcı ve gazeteci olarak görev yapmış, “Emre Irmak” besteci, müzik yapım şirketi sahibi, aranjör olarak görev yapmış, “Yalçın Birol” radyo ve televizyon programcısı ve direktör, Metro FM, Süper FM, Joy FM, Joyturk ve Radyo Mydonose gibi bir çok önemli radyonun bulunduğu Spectrum Medya’da Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Vay be, sahip olunan ünvanların büyüklüklerine bakarmısınız, insanın eziklik duymasına yol açacak kadar parlak, peki bu ünvanlar ve parlak kariyer nasıl bir yaklaşım ve değerlendirme doğuracaktır derseniz, bu konuda “dağın fare doğurması” en isabetli tarif olacaktır konuyu anlatabilmek adına, emin olun…
Ne diyor; jüri başkanı bey yarışma için, “Özellikle bir dönem içlerinden biri olduğum iş hayatından arkadaşların yarışma heyecanı içerisinde, onlara katkıda bulunabilmek ve heyecanlarını paylaşabilmek adına bu organizasyonda bulunmak bana ayrıca keyif ve mutluluk verecektir”, yahu kardeşim, tüm yarışmacılar ve ciddi sayıda da izleyici arasında konuşulan, yapılan uzun pazarlıklar, öne çıkarılan kaprisler neticesinde, 35.000 TL’yi alınca başta reddettiği jüri başkanlığını kabul etmenin bilinmediği mi ya da fiskos gazetesinde yazılmadığını mı zannediyorsun da bu kadar kolaylıkla bu kelamları ediyorsun diyen yok tabii ki kendisine, ancak sonuçtan ve izlediklerimizden bakınca bile tercih kriterlerinin ipuçları çok net görünmektedir, işte…
Ben bu çocuğun babasının yerinde olsam alınırdım vallahi çünkü koyduğum adı beğenmeyip sadece %50 sini sahne adı için daha iyidir değerlendirmesi ile kısaltıyor ya, işte o nedenle, ama şükür ki yine bu yarısını kullanmış ya diğer yarısını kullansa idi… Babasının kendisi için uygun gördüğü ad olan Nevzat’ı bile ağırlığından ötürü taşıyamayıp “Nev” e öykünen ve dönüşen bir adam böylesine bir yarışmanın da ağırlığını taşıyamayacağı izlenimi vermekten kurtulamamıştır. Bir de ben, canım Yurdumda, bir adamın bir şeyi çok uzun yıllardır yapıyor demek ki bu işi iyi yapıyor anlamına gelen yaklaşımı bir türlü anlayamıyorum, yahu bunun iyi yapılıyor olmasının tek kriteri uzun yıllar boyu yapılıyor olmasından öte daha bir sürü parametrenin de uygun olması gerekir, şüphesiz uzun yıllarca yapılıyor olması “gerek şart” olabilir, buna nasıl itiraz edebilirim ama “yeter şart” olamayacağını da müzisyen değil ama bir mühendis olarak bilecek kadar da analiz ve değerlendirme yeteneğine haizim ve sonuç olarak tek başına teknik bilginizin ve becerinizin, iyi, hoş, ahlaklı ve adaletli bir sonuç yaratmak için yeterli olmayacağı aşikârdır. Dışarıda bir izleyiciden duyduğum kadarıyla şarkıyı dinlemek yerine, Mehmet Teoman, kah havaya bakıyor kah “sms” yazıyor ya da okuyor, yahu böyle bir ciddi durumda değerlendirme yapmak adına para alıp geleceksin sonra da gak guk yapacaksın olmaz, zinhar olmaz… Hele “Nev”in TRIODOR Firmasından “Trio Tones” grubunun “Man Down” isimli ilk performansında jüriye ayrılan yerde bulunmamış olması, performansı izlemeden puanlamış olması bile durumun vahametini, neticede akıbetini ve de özellikle bu konunun bu yazıya neden gerekçe olduğunu da gösterir, ne yapmış acaba bu beyefendi diğer jüri üyelerine vekâlet mi vermiş, ne olmuş Allahaşkına…
Maalesef Canım Yurdumun geldiği noktada; siyasi büyüklerimizin de çok sıkça kullandığı üzere “et kokarsa tuz basılır, peki ya tuz kokarsa”  atasözü mucibince bir tablo yaşanmakta ve ne yazık ki, son derece centilmence yürütülmesi zaruriyetinin doğduğu böylesi bir yarışmada bile, hiçbir profesyonellik ve ikbal beklentisi olmayan pırıl pırıl gençlerin bu kadar hoyratça ve nobranca yaklaşımla değerlendirmeye tabi tutuluyor olması baştaki iddiayı destekler durumdadır ve yarışmacı ruhu yaratma çabasını zedeleyecek bir sonuçtur… Sadece yarışmanın konusunu oluşturan faaliyetin teknik değerlendirilmesinin adaletli ve ahlaklı bir biçimiyle yapılıyor olması beklentisi karşısında, canım Yurdumun her alanında şike ve teşvik primi uygulamasının benzerinin bataklığında debeleniyor olması çaresizliğine itilmesi bu yarışma bazında organizatörlerinin ve jürinin vebali ve sorumluluğundadır, hadi debelenip durun bakalım, bünyesinde fazlaca personeli olanı kayırma, yarışma sponsorunun ürünlerinin kullanma potansiyelinin değerlendirilmesi olarak bir görüntü verilmesinden kurtarın da görelim bakalım bu yarışmayı… Bakın ben gençlerin bir deneme yapmalarına tanık oldum; TRIODOR Firmasından “Trio Tones” grubunu desteklemek adına 90 adet sms gönderiyorlar ve aldıkları teyit kısa mesajlarına rağmen, organizasyon tarafından 69 adet sms açıklamasına ateş püskürüyorlar, haydi bakalım temizleyin de görelim bu rezaleti… Köhneleşmenin boyutunun bu olmaması tercihi düşüncesi ile tüm firmalara durumu, önümüzdeki maçlara bakacağız yaklaşımından ziyade bir kez daha bu veçhesiyle gözden geçirmeleri acilen salık verilir… Yahu kardeşim bu firmalar personellerini gerek mesai saatlerinde izinli sayarak gerekse de provaları için stüdyolar kiralayarak parasal desteklerle donatarak maksat takım ruhu oluşsun diye tüm bu kayıp ve harcamalara katlanarak yaratılan bu ortamı, belli ki ehliyetleri yaratılan tılsımlı ortamın etkisiyle ters orantılı ve kendi dar çevrelerinde tartışılmıyor görünse bile geniş gruplarca kesinlikle ehliyetleri tartışılan ellere bu kadar kolay bırakılmamalı…
Fıtrattan gelen doğallıktan ve sadelikten çok uzak ve renkli neon ışıklarının yarattığı süslü hayatlara sahip olan bu zevatın, değerlendirmeye tabi tuttukları insanların hiçbirinin değerlendirme konusunda ikbal beklemediklerini bilemedikleri için bu noktaya gelinceye kadar kendi fedakârlıklarının bu gençler tarafından da feda edilebileceğini zannediyorlar ya, yanarım da buna yanarım…
Sonra maazallah birileri çıkar da; bunlar müzikten anlıyorlarmış havasındalar ya, bende hıyardan anlarım der, tıpkı Erman Toroğlu örneğinde olduğu üzere, tüm hıyarlar alınır, benden hatırlatması…
Durumu bir Osmanlı atasözü ile izah etmek belki de en hayırlısı olacaktır…. Vaziyet budur, Allah selamet versin…
Devlet-i Osmani ahalide
Terfi-i temayüz ilim irfan ile olmaz;
Terfi;
Ya olacak kuvvetli iltimas
Ya olacak madeni haz
Ya da olacak ten ile temas…